Akbaş Hukuk Bürosu

ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU

Anayasa mahkemesi Türk hukuk tarihi itibariyle 1962 tarihinde resmen çalışmaya başlamıştır. Kurulduğu tarihten itibaren uzun yıllar “Norm Denetimi” mekanizmasını işletmiştir. Nitekim anayasa yargısının ortaya çıkış nedeni doktirinde “Yasaların Anayasa’ya uygunluğunun sağlanması” veya “Anayasal düzeninin korunması” amacını işaret etmektedirler . Bununla birlikte, temel hak ve özgürlüklerin korunmasını anayasa yargısının başka bir temel fonksiyonu olarak kabul etmek gerekmektedir.

  Anayasa yargısının temel hakları koruma fonksiyonu geçmişte ikincil nitelikte görülse de, temel hak ve özgürlükleri koruma fonksiyonu çağdaş anayasa mahkemelerinin ve anayasa mahkemelerinin görevlerini yerine getiren yüksek mahkemelerin en ayırt edici özelliğidir. Anayasayargısının temel hakları korumada ulaştığı gelişmişlik seviyesinin şimdilik son basamağını ise bireysel başvuru ya da anayasa şikâyeti kurumu teşkil etmektedir Bu bağlamda, Türkiye'de  12 Eylül 2012'de "Bireysel Başvuru" Türk Hukukuna kazandırılmıştır. 

   Bireysel başvuru ya da anayasa şikâyeti, temel hak ve özgürlükleri yasama, yürütme veya yargı organlarının işlemleri tarafından ihlal edilen bireylerin başvurdukları olağanüstü bir kanun yolu olarak tanımlanabilir. Temel Hak Ve Özgürlükleri ihlal edilen herkes bu yola başvuru yapabilmektedir. Tabi ki bu başvuru yolu içimgerekli koşulların yerine getirilmiş olup, belirli usullere uyulmalıdır. 

   İlk ve en önemli koşullardan birisi iç hukuk yollarının tüketilmesidir, başka bir deyişle olağan kanun yollarını tüketmek gerekir. Buna karşın, Kesin olarak verilen yerel mahkeme kararlarının tefhimi ya da tebliği tarihinden itibaren olağan kanun yolları tüketilmiş sayılır. Anayasa mahkemesi, aynı olay nedeniyle birden çok yargısal yol mevcut ise, olağan kanun yollarından en etkili kanun yolunun tüketilmesini istemektedir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi 29/9/2016 Tarih ve 2014/7296 Başvuru Nolu M.Y. Kararında:
"doktor ve hemşirenin hasta tarafından şikayet edilmesi üzerine savcılıkça yapılan soruşturmada; 657 Devlet Memurları kanunu gereğince alınması gereken soruşturma izninin verilmemiş, kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen karara müşteki olan hasta tarafından yapılan itiraz da Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Ayrıca idarenin gerekli izni vermemesi kararına yapılan itiraz üzerine, Bölge İdare Mahkemesi de soruşturma izni verilmemesinde hukuka aykırı bir durumun olmadığına hükmetmiş, bunun üzerine başvurucu genel hukuk mahkemelerinde açılacak davanın olumlu sonuçlanmayacağını düşünerek tazminat davası açmamış ve doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluna gitmiştir. Anayasa Mahkemesi mağdur hastanın yaptığı bireysel başvuruyu; hukuk mahkemelerine dava açılmış olsaydı başvurucunun sonuç alma ihtimalinin daha yüksek olacağını belirterek, başvurucunun genel mahkemelerde tazminat davası açmadan bireysel başvuru yaptığı, diğer bir deyişle etkili olağan kanun yolu tüketilmediğinden kabul edilemezlik kararı vermiştir."

   İstisnai olarak; Yasama işlemleri, düzenleyici idari işlemler, Anayasa Mahkemesi kararları ve Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler aleyhine bireysel başvuru yapılamaz. 

   Mahkeme kararının başvurucuya tebliğinden itibaren 30 gün içinde bireysel başvuru formunu doldurup, Anayasa Mahkemesine gönderilmek üzere ilgili mahkemeye eya yurtdışı temsilciklerine iletilmelidir.

   Ayrıca yapılan ihlal kamu gücünden kaynaklı olmak zorundadır. Yani herhangi bir mahkeme kararı, kolluk müdahalesi, idari eylemler gibi bireyin bireye karşı yapamadığı, temelinde kamu gücü yatan bir fiil olmalıdır. Bu fiil bazen ihmali bazen hareketsiz kalarak bazen de doğrudan işlenmiş olabilmektedir.

   Tüm bunlarla beraber bireysel başvurunun varlık nedeni, Anayasa’da güvencealtına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesini önlemektir. Ancak Anayasa’da güvence altına alınan hangi hakların ihlal edilmesi halinde bireysel başvuru yapılabileceği konusunda değişik uygulamalar mevcuttur. Örneğin, Avusturya’da Anayasa’daki tüm hak ve özgürlükler bireysel başvurunun konusu olabilirken, İspanya’da, Meksika’da sadece temel hak ve özgürlükler bireysel başvuru konusu edilebilirler. Federal Almanya’da ise temel hak ve özgürlükler ile “adalet hakları” adı verilen temel hak ve özgürlükler benzeri haklar bireysel başvuru konusu edilebilirler. Dolayısıyla ekonomik ve sosyal haklar, İspanya, Almanya ve Meksika’da bireysel başvurunun konusu edilemezler.  Türkiyede ise Anayasada, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu protokollerde güvence altına alınmış Temel Hak Ve Özgürlüklerin(THÖ) ihlali sebebiyle bireysel başvuru yoluna gidilmektedir. Bu bağlamda aslında Bireysel Başvuru Yolunun çerçevesi çizilmiştir. Yukarıda istisnai olarak saydığımız haller dışında ilgili norm ve sözleşmelerde güvence altına alınmayan THÖ için bireysel başvuru yoluna gidilememektedir.  

   Türkiyede Bireysel Başvuru Yolu'nun Hak ve İhlallere göre emsal kararları:

YAŞAM HAKKI

   Anayasanın 15. maddesinde;" savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamayacağı," Anayasanın 17. maddesinde; "herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu" belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde de yaşam hakkı koruma altına alınmıştır.

Yaşam Hakkının ihlali sebebiyle yapılan bireysel başvuru kararı:

Vedat Şorli Kararı(19.10.2021 tarihli ve 42048/19 sayılı karar)

   Vedat Şorli, güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen bir operasyon sırasında yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, güvenlik güçlerinin bir operasyonu sırasında orantısız güç kullanımı nedeniyle bir yakınının yaşam hakkının ihlal edildiğini ve etkin bir soruşturma yapılmadığını ileri sürmüştür. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının ihlal edilip edilmediği değerlendirilmiştir. Orantısız Güç Kullanımı: Güvenlik güçlerinin operasyon sırasında güç kullanımının orantılı olup olmadığı ve bu durumun yaşam hakkını ihlal edip etmediği incelenmiştir.  Yaşam hakkının ihlali iddiasıyla ilgili olarak yetkili makamlar tarafından etkin bir soruşturma yapılıp yapılmadığı değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, güvenlik güçlerinin operasyon sırasında orantısız güç kullanarak yaşam hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Ayrıca, olayla ilgili olarak yetkili makamlar tarafından etkin bir soruşturma yapılmadığı tespit edilmiştir. Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilmiş ve başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

İŞKENCE YASAĞININ İHLALİ

   Anayasanın 17. maddesi; "Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağını, rızası dışında bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamayacağını, hiç kimseye işkence ve eziyet edilemeyeceğini, hiç kimsenin haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye tabi tutulamayacağını" düzenlemiştir. İşkence ve kötü muamele yasağı AİHS’in 3. Maddesinde düzenlenmiştir.

İşkence yasağının ihlali sebebiyle bireysel başvuru kararı:

Akın CAN Kararı((Başvuru Numarası: 2016/13469, Karar Tarihi: 10/6/2020)

"60. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir 
  1. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır
  2. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir”

KÖLELİK VE ZORLA ÇALIŞTIRMA YASAĞININ İHLALİ

   Anayasanın 18. maddesinde; hiç kimsenin zorla çalıştırılamayacağı, angaryanın yasak olduğu belirtilmiş, AİHS’in 4. maddesinde de; hiç kimsenin köle ya da kul durumunda tutulamayacağı, zorla çalıştırılamayacağını ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamayacağını düzenlemiştir. Bir mahkeme kararıyla hükümlü olarak tutulan kişinin, tutulma sırasında veya şartlı tahliye sürecinde yapması istenilen işler ile askeri nitelikte bir hizmet veya vicdani ret hakkının kullanılması halinde belirlenecek bir işte çalışma, toplumun hayat ve refahını tehdit eden bir kriz veya afet hallerinde gerekli görülen hizmetlerin yürütülmesi bu kapsamda değerlendirilemez.

Kölelik Ve Zorla Çalıştırma Yasağının İhlali Sebebiyle Birysel Başvuru Kararı:

Serkan ACAR Kararı(B.No : 2013/1613 – K.T.: 02.10.2013)

"28.AİHM’e göre bir eylemin zorla çalıştırma veya zorunlu çalışma sayılabilmesi için: 1) Kişinin işi kendi iradesine aykırı olarak yapması, 2) İşi yapma yükümlülüğünün “haksız” veya “baskıcı” olması veya yapılmasının katlanılmaz sıkıntılara yol açması gerekir. Ayrıca kişinin bu işi önceden rızasıyla yapıp yapmadığı, bir kuruma isteyerek girip girmediği, normal yurt­taşlık veya mesleki yükümlülüğünün bir parçası olan bir hizmeti ifa edip et­mediği de dikkate alınmalıdır 

   29.Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin yukarıda belirtilen ilkeleri çerçevesinde somut iddia değerlendirildiğinde; başvurucunun çalışmış olduğu kuruma isteğiyle girdiği ve burada kalmasının bir tehdit ya da baskı sonucu olmadığı anlaşılmış olup, naklen başka kuruma atanmasına muvafakat ve­rilmemiş olması Anayasa ve AİHS bağlamında zorla çalıştırma olarak nitel­endirilemez. Dolayısıyla, başvurucunun zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir."

KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ HAKKININ İHLALİ

   Anayasanın 19. maddesinde düzenlenmiştir. Kişi özgürlüğü, kişinin fiziki olarak serbestçe hareket edebilme hakkını ifade eder. Kişinin can ve mal güvenliğini gerektiren zorunlu haller dışında kişinin serbestçe hareket etmesi engellenemez. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı AİHS’in 5. maddesinde de düzenlenmiştir. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile kişilerin haklarını kullanırken özgürce ve güven içinde hareket etmesinin yanı sıra kişinin keyfi olarak yakalamasının ve tutuklanmasının da önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Yakalama, tutuklama, adli kontrol uygulaması, ıslah veya tedavi amacıyla tutulması halinde hukuka aykırı olarak hareket edilmiş olması halinde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

Kişi Özgürlüğü Ve Güvenliği Hakkının İhlali  Sebebiyle Bireysel Başvuru Kararı:

Mustafa Avcı Kararı((Başvuru Numarası: 2014/1545, Karar Tarihi: 22/3/2018)

"Mustafa Avcı, gözaltında ve tutuklu bulunduğu süre boyunca adil yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, hukuka aykırı bir şekilde gözaltına alındığını ve tutuklandığını, bu süreçte kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında, bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılıp bırakılmadığı değerlendirilmiştir. Hukuka Aykırı Gözaltı ve Tutuklama uygun olup olmadığı incelenmiştir. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı ve bu sürenin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal edip etmediği değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun gözaltı ve tutuklama sürecinin hukuka aykırı olduğuna ve bu durumun Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Tutukluluk süresinin makul olmadığı ve bu nedenle de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği belirlenmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilmiş ve başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir."

SUÇ VE CEZALARIN KANUNİLİĞİ İLKESİNİN İHLALİ

   Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk güvenliğini sağlayan temel bir ceza hukuku ilkesidir. Anayasanın 15/2. maddesinde; suçluluğu bir mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar hiç kimsenin suçlu sayılamayacağı düzenlenmiştir. Ayrıca suç ve cezaların geçmişe yürütülemeyeceği belirtilmiştir. Ceza hukukunda sanık ya da hükümlünün lehine olan yasalar geçmişe uygulanır. Aleyhe olan kanunlar sanığa uygulanmaz. Kişinin suçu işlediği sırada yürürlükte olan kanunlarda öngörülen cezadan daha fazla cezaya hükmedilemez.  TCK nın 7. maddesinde de, suçun işlendiği zamanda yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanun arasında sonuçları farklı ise sanığın lehine olan kanunun uygulanacağı düzenlenmiştir.

Suç Ve Cezaların Kanuniliği İlkesinin İhlali Sebebiyle Bireysel Başvuru Kararı:

Mustafa Yıldız Kararı((Başvuru Numarası: 2019/6746, Karar Tarihi: 11/1/2023)

"Mustafa Yıldız, işlediği iddia edilen bir suç nedeniyle verilen cezanın kanunilik ilkesine aykırı olduğunu, bu nedenle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, kendisine isnat edilen fiilin işlendiği dönemde kanunda açıkça suç olarak tanımlanmadığını ve bu nedenle verilen cezanın suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Anayasa'nın 38. maddesi kapsamında, suçun ve cezanın kanunla açıkça belirlenmiş olup olmadığı değerlendirilmiştir. Başvurucunun işlediği iddia edilen fiilin, işlendiği dönemde yürürlükteki kanunlara göre suç teşkil edip etmediği ve verilen cezanın kanuna uygun olup olmadığı incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun işlediği iddia edilen fiilin işlendiği dönemde kanunda açıkça suç olarak tanımlanmadığını ve bu nedenle verilen cezanın suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı olduğunu tespit etmiştir. Anayasa'nın 38. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilmiş ve başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir."

ÖZEL YAŞAM, AİLE YAŞAMI, KONUT VE HABERLEŞME HAKKININ İHLALİ

   Anayasanın 20. maddesi kişinin özel hayatının ve aile hayatının gizli olduğu ve saygı gösterilmesini isteme hakkı olduğu düzenlenmiştir. Kişinin özel hayatı; bireyin kişiliğini geliştirebilmesi ve özgürce yaşayabilme hakkını ifade eder. Özel hayat aynı zamanda diğer kişilerle özgürce iletişim hakkını da kapsar. Aile hayatı ise bireyin yakınları ile hayatını paylaştığı, devletin müdahale edemeyeceği alandır. Anayasanın 21. Maddesinde; konut dokunulmazlığı hakkı düzenlenmiştir. Konut; kişinin özel hayatını ve aile hayatını yaşadığı alandır. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması gibi durumlarda konut dokunulmazlığı hakkı sınırlanabilir. 

Anayasanın 22. Maddesinde haberleşme hakkı düzenlenmiştir. Haberleşme hakkı da, Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması gibi durumlarda hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış amirin yazılı emri bulunmadıkça, haberleşme hakkının engellenemeyeceğini ve gizliliğine dokunulamaz.
AİHS’nin 8. maddesinde düzenlenen özel ve aile hayatına saygı hakkı; kişinin bedeni ve sosyal kimliğini, ismini, vücut bütünlüğünü, manevi bütünlüğünü, şahsi bilgilerini, şahsına özgü alanını, iş ilişkilerini, kişiliğin gelişmesini ve moral gelişimini, sosyal faaliyetlerini, özel hayatına ilişkin bilgilerin açıklanmasını “özel hayat” kavramı kapsamında değerlendirmektedir.

Özel Yaşam, Aile Yaşamı, Konut Ve Haberleşme Hakkının İhlali Sebebiyle Bireysel Başvuru Kararı

Onur Can Taştan Kararı((Başvuru Numarası: 2018/32475, Karar Tarihi: 27/10/2021)

"Onur Can Taştan, polis tarafından evine yapılan baskın sırasında özel yaşam, aile yaşamı ve konut dokunulmazlığı hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ayrıca, telefon görüşmelerinin ve diğer haberleşmelerinin yasa dışı bir şekilde dinlendiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, polis tarafından gerçekleştirilen aramada mahkeme kararı olmadan evinin ve kişisel eşyalarının aranması, özel hayatına ve aile yaşamına müdahalede bulunulması, ve telefon konuşmalarının izinsiz olarak dinlenmesi nedeniyle haklarının ihlal edildiğini belirtmiştir. Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında, özel yaşam ve aile yaşamının ihlal edilip edilmediği değerlendirilmiştir. Anayasa'nın 21. maddesi çerçevesinde, konut dokunulmazlığının ihlal edilip edilmediği incelenmiştir. Anayasa'nın 22. maddesi kapsamında, haberleşme özgürlüğünün ihlal edilip edilmediği değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, polis tarafından yapılan baskının ve özel eşyaların izinsiz aranmasının, özel yaşam, aile yaşamı ve konut dokunulmazlığı haklarını ihlal ettiğine karar vermiştir. Ayrıca, telefon görüşmelerinin izinsiz dinlenmesi durumunun haberleşme hakkını ihlal ettiğini belirlemiştir. Müdahalelerin orantısız olduğuna ve başvurucunun temel haklarını ihlal ettiğine karar verilmiştir. Başvurucuya manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir."

DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKININ İHLALİ

Anayasanın 25, 26. maddelerinde düzenlenen düşünce, kanaat, düşünceyi açıklama ve yayma hakkı; düşünce ve kanaatlerin söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkını ifade eder. Hiç kimse düşüncelerinden dolayı kınanamaz. Düşüncelerini açıkladığı için horlanamaz ve tehdit edilemez. Düşünce özgürlüğü hakkı, aynı zamanda düşüncenin edinilmesi ve geliştirilmesi hakkını da ifade eder. İlgili sınırlama sebepleri sayılı olmakla beraber, orantılılık ve gereklilik ilkelerine aykırı olmamalıdır.

Düşünce Ve İfade Özgürlüğü Hakkının İhlali Sebebiyle Bireysel Başvuru Kararı:

İsa YAĞBASAN ve diğerleri Kararı (Başvuru Numarası: 2013/1481,Karar Tarihi: 20/11/2014)

" i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında
  1. Başvurucular hakkında başvuruya konu el ilanları nedeniyle ceza davası açılmış ve her bir başvurucu ayrı ayrı cezalandırılmıştır. Müdahalenin mevcudiyetine ilişkin olarak Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine herhangi bir itiraz da sunulmamıştır. Bu koşullarda, Anayasa’nın 26. maddesi çerçevesinde başvurucuların ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.

ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında

  1. Yukarıda anılan müdahaleler Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

a. Müdahalenin Kanuniliği

  1. Anayasa’nın 13. maddesi ile 26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmamıştır. Öte yandan bu davada incelenmesi gereken asıl meselenin sözü edilen müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı” olması nedeniyle, 2820 sayılı Kanun’un 117. maddesinin Anayasa Mahkemesinin hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren kararıyla iptal edildiği göz önüne alınarak, mevcut davanın koşullarında, yapılan müdahalenin kanunilik unsurunu taşıyıp taşımadığının değerlendirilmesinin gerekli olmadığı kanaatine varılmıştır.

b. Meşru Amaç

  1. Başvurucular, şikâyet konusu müdahalenin amacının Kürtçenin günlük yaşamda kullanılmasının sınırlandırılması olduğunu iddia etmiştir.
  2. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik olması gerekir (bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 84).
  3. Mevcut başvurunun koşullarında yapılan müdahalenin tam olarak meşru bir amaç ile yapılmış olup olmadığı yönünde bir kanaate ulaşılamamış olmakla birlikte bu durum Anayasa’nın 26. maddesine göre başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olup olmadığıyla ve dolayısıyla davanın esasıyla ayrılmaz bir biçimde bağlantılıdır. Öte yandan bu davada incelenmesi gereken asıl mesele, sözü edilen müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığıdır” (benzer bir yaklaşım için bkz. Şükran Aydın ve Diğerleri/ Türkiye, B. No. 49197/06, 23196/07, 50242/08, 60912/08 ve 14871/09, 22/1/2013, § 47). Dolayısıyla bu sorunun Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında esasla ilişkilendirilerek tartışılması gerekmektedir.

c. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük

  1. Başvurucular, Nevruz bayramını kutlayan ve yapılan etkinliklere katılım için toplumu davet eden bir el ilanı nedeniyle yargılanmak suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplumun gereklerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
  2. Bakanlık görüşünde, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı kılacak “konuyla ilgili ve yeterli gerekçeler” ileri sürülüp sürülmediğinin ve “sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin bulunup bulunmadığının” demokratik toplum gerekleri açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
  3. İfade özgürlüğü mutlak olmadığı için bazı sınırlandırmalara tabi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir
  4. 1982 Anayasasında belirtilen demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’in “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 9., 10. ve 11. maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır
  5. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır
  6. Buna göre demokratik toplumun ana temellerinden olan ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez ve önemsiz görülen “düşünceler” için değil, ayrıca Devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir
  7. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerektiğini belirterek amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması gerektiğine karar vermiştir
  8. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir
  9. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, ifade özgürlüğünü kısıtlamanın öncelikle “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunun ve daha sonra da “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunun inandırıcı bir şekilde ortaya konulup konulamadığı olacaktır.” Şeklinde olup, yukarıdaki kriterler Anayasa Mahkemesi tarafından tek tek değerlendirilmiştir

DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLALİ

Din ve vicdan özgürlüğü, Anayasanın 24. maddesinde düzenlenmiştir. "Bu maddede herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu" belirtildikten sonra, bu hakkın, anayasanın 14. Maddesinde düzenlenen; devleti ve milleti bölmek, demokratik laik cumhuriyeti ortadan kaldırmak hedefi ile kullanılamayacağı vurgulanmıştır. AİHS nin 9. Maddesinde düzenlenen; düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı; kişinin inancı nedeniyle dış dünyada algılanabilmesi (ibadet, ayin, uygulama ve öğretme vs.) hakkını da kapsamaktadır.

Din Ve Vicdan Özgürlüğünün İhlali Sebebiyle Bireysel Başvuru Kararı:

HÜSEYİN EL VE NAZLI ŞİRİN EL BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2014/15345,Karar Tarihi: 7/4/2022)


“79. 1982 Anayasası döneminde zorunlu olarak okutulan DKAB derslerinin içeriği de başlangıçta tamamen İslam dininin Türkiye’de halkın çoğunluğu tarafından benimsenen yorumu etrafında şekillendirilmiş iken ilerleyen yıllarda farklı din ve inançlara yönelik bilgilerin de dersin kapsamına alındığı görülmektedir. Özellikle 2000’li yılların sonuna doğru ve AİHM tarafından Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye başvurusunda verilen ihlal kararının da etkisiyle dersin içeriğinde Alevi inancı başta olmak üzere toplumdaki farklı inançların da kavranabilmesi maksadıyla önemli değişiklikler yapılmıştır . Ancak bu yönde gösterilen tüm gayretlere rağmen AİHM, ders müfredatındaki değişikliklerin, Türkiye’de var olan farklı inançlar hakkında bilgi verilmesi amacıyla yapılmakla beraber öncelikli olarak İslam’ın Türkiye’de halkın çoğunluğu tarafından uygulanan ve yorumlanan şekline ilişkin bilgilere odaklanan bu dersin ana bileşenleri bakımından gerçek anlamda bir revizyon sonucu doğurmadığı ve ders müfredatında ve ders kitaplarında meydana gelen önemli değişikliklere karşın Türk eğitim sisteminin ebeveynlerin inançlarına saygı gösterilmesi için uygun yöntemlerle donatılmadığı sonucuna varmıştır. Danıştay da esas itibarıyla AİHM’in Mansur Yalçın ve diğerleri/Türkiye kararına ve anılan kararda atıfta bulunulan Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye kararına atıfla ülkemizde “çoğulculuk anlayışı içerisinde nesnel ve rasyonel bir şekilde ‘din kültürü ve ahlak bilgisi’ öğretiminin verilmediği” sonucuna ulaşmış ve DKAB derslerinden muafiyet taleplerinin reddini hukuka aykırı bulmuştur . Öte yandan Danıştay 2017 yılında verdiği kararında Anayasa’nın 24. maddesine uygun olarak DKAB öğretimi yapılmakta olduğu tespitini yapmış ise de (bkz. § 95) anılan kararda ülkemizde çoğulculuk anlayışı içinde, nesnel ve rasyonel bir şekilde din kültürü ve ahlak öğretiminin verilmediği yönündeki önceki içtihadını değiştirmesinin nedenlerini açıklamamıştır.

  1. AİHM kararları ile Danıştayın önceki kararlarındaki değerlendirmeler de dikkate alınarak, TTK’nın 31/3/2005 tarihli ve 16 sayılı kararıyla kabul edilen ortaöğretim 9, 10, 11 ve 12. sınıflar DKAB dersi öğretim programı, 28/12/2006 tarihli ve 410 sayılı kararıyla kabul edilen ilköğretim 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflar DKAB dersi öğretim programı ile bu programlara ilişkin değişiklikler getiren 30/12/2010 tarihli ve 328 ile 329 sayılı kararlarla düzenlenen ve 2011-2012 öğretim yılında uygulanmaya başlanan DKAB dersi programları ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Esasen 2018-2019 eğitim ve öğretim yılına kadar olan dönemde yürürlükte bulunan DKAB müfredatı bakımından AİHM’in bu müfredatta öncelikli olarak İslam dinine ait bilgilere yer verildiği, ders müfredatında yapılan değişikliklerin bu dersin ana bileşenleri bakımından gerçek anlamda bir revizyon sonucu doğurmadığı, Danıştayın ülkemizde çoğulculuk anlayışı içinde nesnel bir şekilde DKAB öğretiminin verilmediği şeklindeki tespitlerinden ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır.
  2. DKAB dersi programlarında yapılan incelemede ilköğretim DKAB dersi (4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflar) öğretim programında ders programlarının baskın bir şekilde ülkemizin kendine özgü tarihsel birikimi ve sosyolojik yapısı çerçevesinde İslam’ın Türk milletinin çoğunluğu tarafından uygulanan ve yorumlanan şekline ilişkin bilgilere odaklandığı, yalnızca İslam dinine ait ibadetlerin öğretildiği, müfredatın öğretimin ötesine geçerek eğitim içeriğine sahip olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla 2018-2019 eğitim-öğretim yılına kadar olan dönemde bu dersin Anayasa’nın 24. maddesinin dördüncü fıkrasında dinler hakkında yansız ve tanıtıcı bilgiler vermek ve ahlaki değerleri benimsetmek amacıyla zorunlu olması öngörülen din kültürü ve ahlak öğretimi içeriğine kavuşturulamadığı kanaatine ulaşılmıştır.”

ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ

Anayasanın 36. 37 ve 38. maddelerinde; herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğunu düzenlemiştir. Adil yargılanma hakkı; önceden düzenlenmiş hukuk kuralları içinde, dürüst bir yargılama hakkını ifade eder. Sadece ceza mahkemelerinde değil, hukuk mahkemelerinde yapılan yargılamalar sırasında da, kişi, tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından yargılamanın yürütülmesini, yasalar karşısında eşit tutulmasını, makul süre içinde yargılamanın bitirilmesini, kararın gerekçeli olmasını isteme hakkı vardır. Yargıya ulaşma ve etkin bir biçimde kullanma, hakkı da adil yargılanma kapsamındadır. Dava açmak ve yürütmek için gerekli olan yargılama giderlerini karşılayamayacak durumda olanlara, gerekli adli yardımın sağlanmaması adil yargılanma hakkının ihlalidir. Delillerin usulüne uygun toplanmaması, silahların eşitliği ilkesinin uygulanmaması, yargılamaya etkili katılımın engellenmesi, karara dayanak olarak gösterilen tanık beyanlarının güvenilirliğinin sağlanması vb. durumlarda da adil yargılanma hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

 Adil Yargılanma Hakkının İhlali Sebebiyle Bireysel Başvuru Kararı:

Anayasa Mahkemesi bir kararında (26/2/2015 tarihli ve 2014/1440 Nolu Sebahat TUNCEL Kararı); tanıkların güvenilir olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiş, daha sonra ilk derece mahkemesinde yapılan yeniden yargılamada sanık hakkında beraat kararı verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi başka bir kararında, (16/4/2015 tarihli ve 2013/560 Nolu Az. M. Kararı); ağırlıklı olarak bir tanığın ifadesine dayanarak açılan davalarda, mahkumiyet hükmü bu tanığın ifadesine dayanılarak verilmiş ise, o tanığın mutlaka mahkemede dinlenip sanık ve avukatı tarafından sorguya çekilmesi gerektiğini, aksi halde adil yargılanma hakkının ihlal edilmiş olacağına karar vermiştir.

İlgili maddeler :

ANAYASA

Hak Arama Hürriyeti
MADDE 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Ek ibare: 4709 – 3.10.2001 /m.14) “ile adil yargılanma” hakkına sahiptir.
şeklindedir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ

Madde 6
Adil yargılanma hakkı

  1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik
    yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.
  2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak
    sabit oluncaya kadar masum sayılır.
  3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
    sahiptir:

a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı
olarak haberdar edilmek;

b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
İçin gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.” şeklindedir.

Nitekim, göründüğü üzere adil yargılanma hakkı birçok ilkeyi de beraberinde getirmektedir. Bu ilke ve hakların birisinin eksikliği dahi adil yargılanma hakkının ihlalini ortaya çıkarabilir.

Bu ilke ve haklar:

-GEREKÇELİ KARAR HAKKININ İHLALİ

Dursun ÇİÇEK Kararı((Başvuru Numarası: 2012/1108,Karar Tarihi: 16/7/2014)

"Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklan­ması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerekbir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararınıayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkiletmez "

-AÇIK DURUŞMA HAKKI

Ejder ÖZKAYA KARARI((Başvuru Numarası: 2013/2228,Karar Tarihi: 15/4/2014)

"46.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkınıntemel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık veduruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilke­sinin amacı adli mekanizmanınişleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önle­mektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur"

-MAKUL SÜREDE YARGILANMA HAKKI

OSMAN GEÇER Kararı((Başvuru Numarası: 2013/1326, Karar Tarihi: 17/7/2014)

"46. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
  1. Adil yargılanma hakkı Devlete uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş akdinin işveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen bir çalışanın, bu işlemin hukuka uygunluğu hakkında kısa sürede bir yargı kararı verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir birey, geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun süre belirsiz bırakılması halinde, bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir.
  2. Makul süre incelemesinde; yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; yargı makamları yanında dava süreciyle ilgili kamu gücü kullanan tüm devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı ve yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilip gösterilmediği; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi davanın niteliği ve niceliğine ilişkin birçok hususun birlikte değerlendirilerek karar verilmesi gerekmektedir” Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 25/7/2023 tarihinde, Keser Altıntaş (B. No: 2023/18536) başvurusunda makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmediğinden düşmesine karar vermiştir. Bu kararla birlikte “Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali” sebebiyle yapılan bireysel başvuruları özel bir komisyonla değerlendireceği söylenmektedir.

-MASUMİYET KARİNESİ

Bülent KARATAŞ Kararı((Başvuru Numarası: 2013/6428, Karar Tarihi: 26/6/2014)

"38. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz
  1. Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlarda kişi hakkında masumiyet karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle kişi suçlu sayılamaz.
  2. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya, B. No: 9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85, 7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir
  3. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlediği kabulüne dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir “

-SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİ

Tahir AYTİŞ Kararı((Başvuru Numarası: 2013/3054, Karar Tarihi: 8/5/2014)

"48. Başvurucu, komisyona yaptığı başvurunun incelenmesi sırasında kendi lehine olan delillerin toplanmaması ve tanık beyanlarının dikkate alınmaması suretiyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini sürmüştür.
  1. Adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olan silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir.
  2. 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesinde aynı Kanun’un 7. maddesinde belirtilen zararların, “zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile” belirleneceği kurala bağlanmıştır.
  3. Komisyonların oluşumu ve çalışma usulü göz önünde bulundurulduğunda onların bir “Mahkeme” olarak görev ifa ettikleri söylenemez. Bakanlığın görüş yazısında belirtildiği üzere, komisyonların temel görevi, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin bu zararlarını tespit etmek ve ayni ifa ya da nakdi ödeme suretiyle zararları karşılamaktır. Bu nedenle komisyonların bir mahkeme gibi silahların eşitliği ilkesinin gerektirdiği tüm usuli güvenceleri sağlama zorunluluğu bulunmamaktadır. Diğer yandan, 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklı tutulmuş olup komisyonların verdiği kararlarda başvurucunun ileri sürdüğü şekilde ilgili kanun hükmünün yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin gerçekleşmesi söz konusu ihlallere yönelik iddialarını bir mahkemeye sunma imkânı bulunmaktadır.
  4. Başvuru konusu olayda Komisyon, 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı, Milli Eğitim Müdürlüğü, Siirt İl Mahalli İdareler Müdürlüğü, Pervari İlçe Müftülüğü, İlçe Seçim Kurulu ve Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı Siirt Bölge Müdürlüğünden aldığı bilgileri değerlendirerek başvurucunun talebini reddetmiş, başvurucu da Komisyon’un bu kararına yönelik itirazlarını Mahkemeye sunabilmiştir.
  5. Açıklanan nedenlerle, silahların eşitliği ilkesine yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.”

-MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI

Ali ATLI Kararı((Başvuru Numarası: 2013/500, Karar Tarihi: 20/3/2014)

"49.Mahkemeye erişme hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil, eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânıtanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir. Mahkemeyeerişme hakkı,cezai olaylardada uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişme hakkı, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin, bu isnat hakkında bir mahkeme tarafından bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır.

50.Öte yandan mahkemeye erişme hakkı, niteliği gereği devlet taraf­ından düzenleme yapılmasını gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınır­lamalara tabidir.AİHM’e göre bu hak, Sözleşme’nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan,herhangi bir hakkın gerçek kapsamını sınırlayan hudutlardan başka, örtülü olarak izin verilen sınırlandırmalara da tabidir.Uygulanacak olan sınırlandırmaların, bireylerin başvurularını bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde kısıtlamaması gerekir . Ayrıca bir sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurulmalıdır;aksi takdirde sınır­lama mahkemeye erişim hakkı ile bağdaşmaz

51.Bu bağlamda somut olayda değerlendirilmesi gereken mesele, başvurucunun usul kanunlarına uygun olarak dosyasındaki kısmi kanuna aykırılığın incelenmesi içintemyiz hakkını kullanmasından sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un geçici 2.maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın İlk Derece Mahkemesineiade edilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişme hakkına orantısız bir müdahaleoluşturup o­luşturmadığıdır.

56.Somut olayda, başvurucu hakkında beraat karan verildiği de dikkat alındığında, yargılandığı terör örgütü propagandası yapmak suçu 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan suçlar­dan olmadığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın ilgili dai­resine gönderilmesi ve Dairece temyiz incelemesinin yapılması gerekmektedir. Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, başvurucunun temyiz ta­lebine rağmen dosyayı ilgili ceza dairesine göndermemesiyle Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan mahkemeye erişim hakkına saygı gösterilmemiştir.

60.Bir uyuşmazlığın bir mahkeme tarafından karara bağlanması hakkı, mahkeme hakkından türetilen bir haktır. Gerçekten de bir mahkemenin yal­nızca önüne getirilen maddi ve hukuki sorunları inceleyebilmesi yeterli değil­dir; bu yargı yerinin aynı zamanda bir karar verebilmesi de gerekir. Mahkeme hakkını kullanan tarafın amacı, davanın sonucunda bir karar elde etmektir. Karar elde edemiyorsa, dava açmanın da bir anlamı olduğu söylenemez.

61.Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan yargı yerlerinin tarafların taleplerini, iddialarını, delillerini etkili bir biçimde in­celeme görevleri vardır. Başvurucunun temyiz talebine rağmen Yargıtay Cum­huriyet Başsavcılığının dosyayı İlk DereceMahkemesine iade etmesiveİlk Derece Mahkemesinin kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesinin nedeni, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesidir. Sonuç olarak başvurucunun temyiz talebi Yargıtayca incelenememiş ve böylece beraat etmesi gereken bir da­vada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek başvurucunun etkili karar hakkına saygı gösterilmemiştir.

62.Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nm 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişme hakkının ve etkili karar hakkının ih­lal edildiğine karar verilmesi gerekir.”

-ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ

İbrahim Can KİŞİ Kararı((Başvuru Numarası: 2012/1052, Karar Tarihi: 23/7/2014)

"34.Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nınilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak ka­nunla sınırlanabilir. Ayrıcabu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, de­mokratik toplum düzeninin ve lâikCumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük il­kesine aykırı olamaz.

44.Somut başvuruya konu yargılamada ıslaha yönelik talep hakkı kısıt­lanan başvurucu, bilirkişi tarafından hesaplanan 96.249,00 TL maddi tazminatın ancak 50.000,00TL’lık kısmına kavuşabilmiştir. Bu şekilde tazminat alacağının kayda değer bir kısmındanmahrum kalan ve lehine adli yardım kararı verilmiş olması itibarıyla maddi durumununelverişsiz olduğu anlaşılan başvurucunun, katlanmak zorunda bırakıldığı külfetin, hedeflenen meşru amaçlarla orantısız olduğu; dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”

-BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ MAHKEMEDE YARGILANMA HAKKI

Kenan ÖZTERİŞ Kararı((Başvuru Numarası: 2012/989, Karar Tarihi: 19/12/2013)

"34.Kanunla kurulmuş bir mahkemenin idareye ve davanın taraflarına karşı “bağımsız” olup olmadığının belirlenmesinde; üyelerinin atanma şekli ve görev süreleri, dış baskılara karşı teminatların varlığı ve mahkemenin bağımsız olduğu yönünde bir görüntü sergileyip sergilemediği önem arz et­mektedir.

35.Bir mahkemenin “tarafsız” olup olmadığına karar verilirken ise, me­vcut davanın koşullarında, objektif olarak hiçbir şüpheye mahal vermeksizin da­vanın hakimine yeterli güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının belirlenmesi ge­rekmektedir.

38.AYİM’e atanan askeri hakimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hakimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek birhususunolmadığı,kararlarındandolayıidareyehesap verme durumunda bulun­madıkları, disipline ilişkin konuların AYİM YüksekDisiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığıgörülmektedir.

39.AYİM’de üye olarak atanan sınıf subayları yönünden ise, salt olarak Genelkurmay Başkanlığınca önerilen üç aday arasından seçilmesi sebebiyle bu üyelerin bağımsızlığının zedelendiği söylenemez. Sınıf subayıüyelerin nihai a­tama yetkisi Cumhurbaşkanı’na aittir. Bunların atanmasından sonra, sınıf subayı üyeler,askerihakim üyeler gibi, görevlerini yerinegetirirkendışmüdahaleyekarşıanayasalgüvence altındadırlar. Bu üyeler hakimlik görevleri süresince as­keri veya idari organlar tarafından görevlerinden alınamazlar. Sınıf subayı üye­lerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilenDisiplinKurulunatabikılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir”

HUKUKİ GÜVENLİK VE BELİRLİLİK İLKESİ

İbrahim Can KİŞİ Kararı(Başvuru Numarası: 2012/1052, Karar Tarihi: 23/7/2014)

"33.Anayasa’nın36. maddesinde, hak arama özgürlüğüiçin herhangibir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlan­dırılmasımümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemişhakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir.Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer ve­rilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılmasıda mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsa­mına ve kullanım koşullarına ilişkin birkısım düzenlemelerin hak arama öz­gürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırlan ortayakoyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalarAnayasa’nın13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.

41.Adil yargılanma hakkı,demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup, tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altınaalınmalıdır. Diğer taraftan hukuki eylem, işlem ve kuralların sü­rekli dava tehdidi altındabulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriylebağdaşmaz. Bu nedenle hak arama öz­gürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir. 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fırkasındaki düzenleme ile askeri idare aleyhine açılan davaların ve bu davalar kapsamında sunulan taleplerin disipline edilmesinin hedeflendiği, daha ciddi takip edilmeleri sağlanarak davaların sü­rüncemede kalması ve belirsizliklerin önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmakta­dır. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması bağlamında değerlendirilebilecek bu amaçların meşru olduğu açıktır.”

-YARGILAMAYA ETKİN KATILIM HAKKI

Ömer TOPUZ Kararı(Başvuru Numarası: 2013/6833, Karar Tarihi: 3/4/2014)

"57.Çelişmeli yargılanma hakkı, kural olarak bir hukuk ya da ceza da­vasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüşbildirebilmeimkânıvermektedir.

61.Diğer taraftan başvurucu eğer ilk derece yargılaması sırasında ken­disine tebliğ edilmeyen belgeler ve Mahkeme ara kararı tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önündedile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında savunma ekinde ibraz edilen belgelerin, Mah­keme ara kararının ve ara kararına verilen cevapların önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.”

-ÖNGÜRÜLEBİLİRLİK İLKESİ

Özgür GÖRMEZ Kararı(Başvuru Numarası: 2013/843,Karar Tarihi: 3/4/2014)

"39.Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istis­nai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun ol­ması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. mad­desinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şart­larının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk duru­munun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önle­mek için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir. 
45.5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin ön­görülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin kanuni tutukluluk süresinin aynı dosya kapsamındaki her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hak­kında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörüle­mez bir şekilde uzayacaktır. Bu durumun başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgür­lüğünden yoksun bırakılması düşünülemez"

-BARİZ TAKDİR HATASI – KEYFİ YORUM YASAĞI

Remzi KUŞ Kararı(Başvuru Numarası: 2013/731,Karar Tarihi: 8/5/2014)

"23.Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay veolguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz.Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26,12/2/2013).

25.Başvuru konusu olayda Mahkemenin dava konusu sözleşmede yer alan hükmün haksız şart sayılıp sayılamayacağı konusundaki tespiti ve olayın taraflar arası sözleşme kapsamında yorumu kanunun öngördüğü usuller çerçevesinde hâkimin takdir yetkisi içindedir. Derece mahkemesinin bu tespit konusunda verdiği kararda bariz takdirhatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.” Şeklindedir.

   Anayasa Mahkemesi bu kararlarla Adil Yargılanma İlkesinin alt başlıkları olan diğer ilke, hak ve yasaklara değinmiştir.

   Anayasa’ da koruma altına alınan ve ihlali halinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru konusu yapılabilecek diğer haklar, örnekle, şunlardır:

-Örgütlenme ve toplanma hakkı -Mülkiyet hakkı -Eğitim ve Öğrenim hakkı
-Serbest seçim hakkı -Temel hak ve Hürriyetlerin korunması -Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağıdır.

   Ayrıca belirtmek gerekir ki, Anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkının kötüye kullanıldığının tespiti halinde yargılama giderlerinin dışında iki bin Türk Lirasını geçmemek kaydıyla disiplin para cezasına hükmedebilir.

   Anayasa Mahkemesi bir kararında, (29/9/2016 tarihli ve 2014/9043 Nolu Cevdet GENÇ Kararı), başvurucunun daha önce yargılamanın makul süreyi aşması nedeniyle bir başvuru yapmasına rağmen, daha sonra yaptığı bir başvuruda hiç söz etmeden aynı konuda yeniden başvuru yapmış olması nedeniyle, bireysel başvuru hakkının kötüye kullandığını belirterek başvurucuya para cezası verilmesine karar vermiştir.

   Tüm bu bilgiler ışığında Bireysel Başvuru Temel Hak Ve Özgürlüklerinin ihlali karşısında bireye tanınmış olağanüstü bir kanun yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. 

   Özellikle ceza yargılamaları sonucunda mahkumiyet kararının kesinleşmesinin öğrenildiği tarihten itibaren 30 gün içerisinde bireysel başvurunun yapılması zorunludur. Burada tebliğ değil öğrenme tarihi önem arz eder. Anayasa mahkemesi temyiz mercii olmayıp kararın denetimi değil ihlal edildiği iddia olunan haklar noktasında inceleme yapar. İhlal edilen haklar İHAS, Anayasa ve Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşme ve beyanlarında düzenlenen haklara özgüdür. Anayasa mahkemesi bireysel başvuru incelemesi yaparken bir hakkın ihlal edildiğini tespit ederse Anayasa 90. Madde uyarınca anayasamızda düzenlenmeyen bir hak dahi olsa bu hususta ihlal kararı vermek mecburiyetindedir.

   Ancak, her hak ihlali yargılamanın yenilenmesini sağlamaz. Anayasa mahkemesi bireysel başvurusunda özellikle Anayasa 36. Ve İHAS 6. Maddede düzenlenen Adil Yargılanma ve altındaki hakların ihlali yargılamanın yenilenmesine sebebiyet verecekse Anayasa mahkemesi tarafından yargılamanın yenilenmesine talep üzerine karar verilir ve yerel mahkeme anayasa mahkemesinin kararıyla bağlı olup ihlali giderecek nitelikte yargılamayı yenilemek zorundadır. Ancak yargılama yalnızca ihlal konusu olan olaylar ve olgular çerçevesinde gerçekleştirilir.