Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) veya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak 1959 yılında kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, toplulukların, tüzel kişilerin ve diğer devletlerin, belirli usul ve kurallar dahilinde başvurabileceği bir yargı merciidir.
Kişilerin temel hak ve hürriyetleri çeşitli şekillerde yargı organları önünde korunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde kişilere tanınmış olan temel hak ve özgürlükler vardır. Üye devletlerden birisi, sözleşmede tanınmış olan hakları herhangi bir kişiye karşı ihlal ederse; bu kişi AİHM’ne başvuruda bulunulabilir.
AİHM’e başvuru 2 şekilde yapılabilir:
1-) Devlet başvurusu,
2-) Kişinin bireysel başvurusu.
Bir devlet başka bir devletin AİHS’de yer alan haklarından birini ihlal etmesi durumunda; hak ihlaline uğrayan devlet AİHM’ne başvuruda bulunabilir.
Bireysel başvuru ise; AİHS’ne üye devletlerden birisi, bir kişinin sözleşmede yer alan haklarından birini ihlal ederse; bu kişi AİHM’ne başvuruda bulanabilir. AİHM’nin verdiği kararlar, bu üye devlet için bağlayıcıdır. Eğer, bir üye devlet bir kararı uygulamazsa Bakanlar Komitesi, ilgili üye devlete siyasi ve diplomatik baskı uygular. Taraf bir devletin bir kararı uygulamaması, Sözleşme’ye taraf tüm diğer devletlere yönelik bir yükümlülük doğurur.
Başvurudan önce mahkeme tarafından hazırlanmış olan matbu bir form doldurulmalıdır. Başvurucu kendi diliyle formu doldurabilmektedir. Yani üye devletlere kendi dillerinde başvuru yapma imkanı tanınmıştır.
Başvuru formunda; aleyhine başvuru yapılan devletin adı, ihlal edilen hak, tüketilen iç hukuk yolları gibi bilgiler özenle doldurulmalıdır. Başvuru formunun eksiksiz ve doğru doldurulması önemlidir. Aksi halde başvuru reddedilebilir.
AİHM’ne başvuruda bulunmak için bazı şartların gerçekleşmesi gerekir:
*İç hukuk yollarının tüketilmesi şartı: İhlal edilen hakla ilgili olarak öncelikle diğer hukuk yolları tüketilmiş olması gerekir. Başvurulan hukuki yollarla ihlal giderilmemişse bu durumda AİHM’ne başvuruda bulunulabilir. Yani başvurulan iç hukuk yollarında da ihlalin giderilmemiş olması gerekir. Örneğin ilk derece mahkemesi, istinaf, temyiz yahut gidilmesi gereken idari komisyon varsa buralara başvuru yapılmalı. Bunlara rağmen ihlal giderilememiş Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunulması gerekir. Anayasa Mahkemesi’nden de sonuç alınamamışsa AİHM’ne başvuruda bulunulmalıdır. Ancak bazı hallerde ihlal edilen hakla ilgili mevcut bir iç hukuk yolu yoksa bu şart aranmadan başvuru yapılabilir.
*Başvurucuya ilişkin şart: Başvuruda bulunan kişinin kim olduğu açıkça belli olmalıdır. Anonim başvurular reddedilir.
*Aynı konu ile ilgili sadece AİHM’ne başvuru şartı: Bir konu ile ilgili aynı sürede hem AİHM’ne hem de başka bir uluslararası hukuk yoluna başvuruda bulunulmuşsa; başvuru reddedilir. Tabi bu durumda konuların aynı olması gerekir.
*Bireysel başvuru hakkı açıkça kötüye kullanılıyorsa: Başvuruda bulunan kişi bu hakkını kötüye kullanıyorsa; mahkeme başvuruyu reddeder.
*Aynı konu ile ilgili tek bir başvuru yapılması şartı: Aynı konudan dolayı ikinci kez AİHM’ne başvuruda bulunulamaz. Ancak başvuru konusu aynı olsa dahi kararın seyrini değiştirecek yeni deliller ortaya çıkmışsa başvuru değerlendirilir.
*Bireysel başvuru AİHS ve ek protokollerine uygun hazırlanmalıdır: Başvuruda bulunacak kişi sözleşmede ve ek protokolde yazan kurallara göre başvuruda bulunmalıdır.
*Bireysel başvuruda bulunan kişinin zarara uğramış olması gerekir: Kişi ihlal edilmiş olan hakkı yüzünden zarara uğramış olmalıdır. Kişinin zarara uğradığını da başvuruda ispat etmesi gerekir. Aksi takdirde başvuru reddedilir.
*Bireysel başvuruda bulunan kişi başvurusunu ispatla desteklemesi gerekir: Yani kişi ihlale uğrayan hakkına ilişkin olarak delillerini ortaya koymalıdır. Başvurusunu ispatlarıyla desteklemelidir.
AİHM’ne başvuru için çerçeve AİHS’in ve ek protokollerin güvence altına aldığı haklarla çizilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin düzenlediği haklar sözleşmenin 2 ila 14. Maddeleri arasında düzenlenmiştir.
-İnsan haklarına saygı yükümlülüğünü,
-Yaşam hakkını,
-İşkence ve kötü muamele yasağını,
-Kölelik ve zorla çalıştırma yasağını,
-Kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkını,
-Adil Yargılanma Hakkını,
-Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini,
-Özel yaşam ve aile yaşamına saygı ilkesini,
-Düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü,
-İfade özgürlüğünü,
-Toplanma ve dernek kurma özgürlüğünü,
-Evlenme hakkını,
-Etkili bir hukuksal tazmin yolu hakkını,
-Ayrımcılık yasağını, düzenlemektedir.
AİHS ek protokollerle koruma altına alınan haklar şunlardır:
1 Numaralı Protokolle;
-Mülkiyet Hakkının korunması,
-Eğitim Hakkı,
-Serbest seçim hakkı,
4 Numaralı Protokolle;
-Borçtan dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılma hakkı,
-Serbest dolaşım hakkı,
-Vatandaşların sınır dışı edilme yasağı,
-Yabancıların toplu olarak sınır dışı edilmeleri yasağı,
6 Numaralı Protokolle;
-Ölüm cezasının kaldırılması
7 Numaralı Protokolle;
-Yabancıların sınır dışı edilmelerine ilişkin usuli güvenceler,
-Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı,
-Adli hata yapılması halinde tazminat hakkı,
-Aynı suçtan dolayı iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı,
-Eşler arasında eşitlik.
12 Numaralı Protokolle;
-Ayrımcılığın genel olarak yasaklanması.
Ek protokollerle getirilen haklar, protokolleri imzalayan ve onaylayan devletlere karşı ileri sürülebilir.
Bu haklarla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu bazı kararları göreceğiz:
-YAŞAM HAKKI
Maiorano ve Diğerleri İtalya, no. 28634/06, 15 Aralık 2009
“Öldürme, öldürmeye teşebbüs, tecavüz, alıkoyma, yasak silah bulundurma, darp ve yaralama suçlarından ömür boyu hapis cezasına mahkum kişinin yarı serbestlikten yararlandırıldığı sırada bir hükümlü arkadaşının eşine ve kızına tecavüz etmesi ve öldürmesi üzerine ölenlerin yakınları olan başvurucuların olaydaki yarı serbestlik uygulaması nedeniyle devletin yaşama hakkını korumadığı şikayetleri Sözleşme’nin 2. maddesinin maddi yönden ve usul yönünden ihlaline”
-TARAFSIZ MAHKEMELERDE YARGILANMA HAKKI
Adamkiewicz Polonya, no. 54729/00, 02 Mart 2010
“Olayların geçtiği tarihte 15 yaşında bir çocuk olan başvurucunun kilise korosundan tanıştığı bir başka çocuğu öldürdüğü iddiasıyla gözaltına alındıktan sonra avukatsız olarak polise ikrarlarda bulunması ve mahkum edilmesi, tutulan başvurucuyla avukatın sekiz ayda ancak bir kez görüşmesine izni verilmesi, başvurucuyu davaya sevk eden soruşturma yargıcının olaydaki delillerin başvurucunun fail olduğunu belirttikten sonra yargılama yapan mahkemede yer alması başvurucuya bir avukat tarafından uygun desteğin sağlanmamış olması ve mahkemeler tarafından başvurucunun soruşturma sırasında elde edilen ifadelerinin delil olarak kullanılması nedeniyle Sözleşme’nin 6(3)(c) bendiyle birlikte ele alınan 6(1). fıkrasının ihlaline; Çocuk Mahkemesini oluşturan heyet içinde soruşturmayı yürütmüş olan yargıcın yer alması nedeniyle Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının (tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkı) ihlaline”
-ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ HAKKI VE KANUNİLİK İLKESİ
Mateescu Romanya, no. 1944/10, 14 Ocak 2014
“Mahkeme, özel hayata yönelik müdahalelerin, kanunla öngörülmüş olma, meşru amaç taşıma ve demokratik toplumda gerekli olma koşullarını taşımadığı sürece AİHS’in özel hayata ilişkinaddesini ihlal edeceğini hatırlatmıştır. Mahkeme kanunla öngörülmüş olma şartının, kanunun kalitesi, anlaşılabilirliği, erişilebilirliği, öngörülebilirliği gibi birtakım hususları ihtiva ettiğini belirtmiştir. Mahkeme somut olayda, avukatlık mesleğinin yapılmasını düzenleyen kuralların başvurucu açısından başka bir mesleğin yapılmasının avukatlık mesleğinin icrasına engel olduğunun anlaşılmasını sağlayacak ölçüde öngörülebilir olmadığını tespit etmiş, müdahalenin öngörülebilir olmadığı gerekçesiyle kanunla öngörülmüş olma şartının gerçekleşmediği sonucuna varmış ve 8. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.”
-ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ
Ostendorf Almanya, no. 15598/08, 7 Mart 2013
“Mahkeme öncelikle 5. maddenin (1) numaralı paragrafının (a) bendinden (f) bendine kadar yasal bir tutmanın hangi nedenlerle gerçekleştirilebileceğinin düzenlendiği ifade etmiştir. Ancak bu nedenlerden biri söz konusu olmazsa ise tutmanın hukuki olmayacağını belirtmiştir. Mevcut olayda, polisin yalnızca veri tabanında yer alan bilgilere dayanmadığını, hükümet savunmasında belirtildiği gibi dışarıdan bakan objektif bir gözlemcinin de kabul edebileceği biçimde başvurucunun kamu düzenini bozacak biçimde bir davranışa gireceğine dair somut veriler olduğunu belirtmiştir. Ele geçirilen içi kum dolu eldivenler ile maskeler ve tuvalette yaptığı telefon görüşmesinin nedenini de açıklayamamasının bunu doğrular nitelikte olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, başvurucunun yaklaşık dört saat süreyle polis merkezinde tutulduğunu, maç sona erer ermez de serbest bırakıldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre bu durum Sözleşme’nin 5.
maddesinin (1) numaralı paragrafının (c) bendinde düzenlenen “kişinin suç işlendiğinden şüphelenilmesi için inandırıcı sebeplerin bulunması veya suç işlenmesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde yetkili merci önüne çıkarılmak
üzere yakalanması ve tutulması” ile uyumludur. Çünkü başvurucunun tutulmasına dayanak oluşturan Kanun’un amacı bir yargılamanın gerçekleştirilmesinden ziyade önleyici gözaltının sağlanmasıdır. Zaten bu olayda gerçekleştirilen tutma suçtan ziyade bir şüpheden kaynaklı bir tutmadır. Bu nedenle Sözleşme’nin 5/1 (c) maddesi kapsamındaki bu tutma kararı, suçun önlenmesi amacını taşıdığından ve
ceza yargılamasına konu teşkil etmediğinden hâkim önüne getirilmesi zorunluluğu söz konusu değildir. Bununla beraber, gerçekleştirilen tutma işlemi de dört saat kadar sürdüğünden demokratik toplum dengesi açısından da sorun teşkil etmemektedir. Mahkeme, tüm bu nedenler dikkate alındığında, 5. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.”
-DİN VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI VE AYRIMCILIK YASAĞI
Grzelak Polonya, no. 7710/02, 15 Haziran 2010
“Anne babası agnostik olan başvurucu çocuğun din dersi almaması ve ahlak dersi de açılmadığı için okul karnesinde “din/ahlak” dersinin not hanesinde bir çizgi bulunması Sözleşme’nin 9. maddesiyle bağlantılı olarak 14. maddesinin ihlaline”
-ADİL YARGILANMA HAKKI
5.Tendam İspanya, no. 25720/05, 13 Temmuz 2010
“Tutuklu yargılanan başvurucunun delil yokluğundan beraat ettiği gerekçesiyle tazminat talebinin reddedilmesi, yargılama el koyulan mallarının geçici olarak alıkoyulmasından, kaybedilmesinden ve tahrip edilmesinden kaynaklanan zararların tazmin edilmesi talebinin reddedilmesi Sözleşme’nin 6(2). fıkrasının ihlaline; Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlaline”
-İŞKENCE YASAĞI
Soering / Birleşik Krallık, no 14038/88, 07 temmuz 1989
“Alman vatandaşı olan başvurucu Kanada vatandaşı kız arkadaşı ile birlikte çek sahtekarlığı suçundan İngiltere’de yakalanmışlardır. Başvurucunun sorgulaması sırasında, öğrenci olduğu Amerika Birleşik Devleti’nin Virjinya eyaletinde bir yıl önce kız arkadaşının anne ve babasını bıçakla öldürdüğü anlaşılmıştır. ABD yetkilileri başvurucunun ve arkadaşının iadesini istemiş, başvurucunun iade edilen kız arkadaşı, anne ve babasının öldürülmesi olayına yardım etmekten toplam 95 yıl hapis cezasına mahkum olmuştur. Başvurucunun ABD’ye iade edilmesi halinde ise ölüm cezasına mahkum olması çok yüksek bir olasılıktır. İngiliz makamları ABD’den başvurucunun ölüm cezasına mahkum edilmesi halinde bunun infaz edilmeyeceği konusunda güvence verilmesini istemişlerdir. ABD makamları ise, başvurucunun ölüm cezasına mahkum edilmesi halinde cezanın infaz edilmemesi için İngiltere’nin isteğininin cezayı onaylamakla yetkili makamlara bildirileceği konusunda hafif bir güvence vermişlerdir. Birleşik Krallık Hükümeti başvurucuyu iade etme kararı almıştır.”
-TOPLANTI VE DERNEK KURMA ÖZGÜRLÜĞÜ
Gönen ve diğerleri / Türkiye Kararı, no. 80669/12, 16 Nisan 20024.
“Mahkeme, Sözleşme’nin 11. maddesinin sendika özgürlüğünü örgütlenme özgürlüğünün özel bir yönü olarak sunduğunu ve bu maddenin temel amacının, bireyin haklarınn kamu makamlarının keyfi müdahalesine karşı korumak olmasına rağmen, Devletin bu hakların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlamak için pozitif yükümlülükleri olabileceğini belirtmiştir. Mahkeme, bir davanın ister Devletin pozitif yükümlülüğü açısından ister kamu makamlarının gerekçelendirilmesi gereken müdahalesi açısından analiz edilsin, uygulanacak kriterlerin özünde farklılık göstermediğini vurgulamıştır. Bu bağlamda Mahkeme bireyin ve bir bütün olarak toplumun çatışan menfaatleri arasında kurulması gereken adil dengenin göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret etmiştir. Mahkeme ulusal mahkemelerin tanıkları dinlediğini, işyerine bir ziyaret gerçekleştirdiğini ve iş hukuku uzmanlarından oluşan bir heyet tarafından bilirkişi raporu hazırlanmasını talep ettiğini, başvuranların, Hava İş Sendikasına üye olmaları nedeniyle işten çıkarıldıklarına dair herhangi bir kanıt da bulunmadığını tespit etmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, ulusal mahkemelerin vardığı sonuçların keyfi olduğunu ya da başvuranların dayandığı toplu sözleşmenin ilgili hükmünün doğru bir şekilde değerlendirilmesine elverişli olmayan yargılamalar sonucunda verildiğini tespit etmesini sağlayacak hiçbir unsur bulunmadığı kanaatine vararak başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır. “
-MÜLKİYET HAKKI
0 J. Paul Getty Trust ve diğerleri / İtalya Kararı, no. 35271/19, 2 Mayıs 2024
“Somut davada Mahkeme, ilk olarak, başvuru konusu müsadere kararı için başvuranların öngörmüş olmaları gereken ve hukuka uygun açık bir yasal dayanak bulunduğu konusunda tatmin olduğunu açıklamıştır. Mahkeme ayrıca, kayıp veya çalıntı kültürel nesnelerin geri alınması için açılan davalarda süre sınırı olmamasının İtalya’ya özgü olmayıp diğer bazı Avrupa devletlerinin hukuk sistemlerinde de yer aldığını ve yetkililere bu alanda serbestlik tanınması gerektiğini kaydetmiştir. Mahkeme ek olarak bir ülkenin kültürel ve sanatsal mirasının korunmasının Sözleşme’nin amaçları bakımından meşru bir hedef olduğunu yinelemiştir. Mahkeme ayrıca, ilgili uluslararası belgelerin kültürel varlıkların yasadışı ihracata karşı korunmasının önemini vurguladığını kaydetmiştir. Sözleşme’nin sağladığı somut korumaya gelince Mahkeme, hem kültürel mirası menşe ülkeden yasadışı ihraca karşı korumak hem de yasadışı eylemin yine de gerçekleşmiş olması durumunda, sanat eserlerine en etkili şekilde geniş halk erişimini kolaylaştırmak amacıyla, bu eserlerin geri alınmasını ve iade edilmesini sağlamayı amaçlayan Devlet önlemlerinin meşruiyetinin sorgulanamayacağı kanaatindedir. Bu bağlamda Yargıtayın gerekçesine dikkat
çeken Mahkeme, İtalyan makamlarının, heykelin İtalya’nın kültürel mirasının bir parçası olduğunu ve İtalyan mahkemeleri müsadere kararı verdiğinde de heykelin hukuken Devlete ait olduğunu makul bir şekilde gösterdiklerini değerlendirmiştir. Mahkeme, bu bağlamda İtalyan Yargıtayının kararının ne açıkça hatalı ne de keyfi olduğunu değerlendirerek müsadere kararının, Sözleşme’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında, İtalya’nın kültürel mirasını korumak amacıyla “kamu yararı” için verildiğine ikna olmuştur.Mahkeme, ilgili uluslararası hukuk da dikkate alındığında, işlemin niteliğinin – kültürel bir nesnenin satın alınması – mevcut davada yüksek bir özen standardını haklı çıkardığını ve böylesi bir mülk edinen kişinin, olası müsadere taleplerinden kaçınmak için mülkün kaynağını dikkatlice araştırması gerektiğini vurgulamıştır. Davanın özel koşullarında ise Mahkeme, yerel makamların, başvuran vakfın, heykelin meşru kaynağına ilişkin herhangi bir kanıt olmaksızın ve İtalyan makamlarının heykel üzerindeki iddiaları hakkında tam bilgi sahibi olarak satın almak suretiyle, en azından ihmalle veya belki de kötü niyetle, hareket ettiğine dair değerlendirmesinin keyfi veya açıkça mantıksız olmadığını belirtmiştir. Ayrıca, başvuran vakıf hukuka aykırı olarak ihraç edilen kültürel nesnelerin geri alınmasını amaçlayan bir el koyma tedbirinin alınması için herhangi bir zaman sınırlaması olmadığını bildiğinden, İtalyan Devlet organlarının heykeli geri almak için sürekli çalıştığı göz önüne alındığında, heykelin zilyetliğini elinde tutacağına veya kendisine tazminat ödeneceğine dair meşru bir beklentisi
varsayılamazdı. Mahkeme ayrıca, mevcut davada İtalyan makamlarının yasal bir boşlukta hareket ettiklerini, zira hukuka aykırı olarak ihraç edilen bir kültürel nesneyi geri almalarına yardımcı olabilecek uluslararası belgelerin hiçbirinin ilgili tarihte yürürlükte olmadığını belirtmiştir Sonuç olarak, neyin kamu yararına olduğunu belirleme hususunda Devletlere tanıdığı geniş takdir yetkisini (“takdir marjı”), kültürel nesnelerin yasadışı ihracata karşı korunması ve menşe ülkelerine iade edilmesi ihtiyacına ilişkin uluslararası hukuk ve Avrupa hukukundaki güçlü fikir birliğini ve başvuran vakfın ihmalkâr davranışını dikkate alan Mahkeme, müsadere kararının orantılı olduğu sonucuna varmış ve mülkiyet hakkının ihlâl edilmediğine karar vermiştir.”
-ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK HAKKI
Melia / Gürcistan Kararı, No. 13668/21, 7 Eylül 2023
“Başvuranın kefaletle serbest bırakılmasına ilişkin kararlarda atıf yapılan ve dosyada mevcut kamera kayıtlarının yeterli makul şüphe oluşturduğuna karar veren Mahkeme, yerel makamların söz konusu kararlarıyla başvuranın kaçacağına, delilleri karartacağına ve yeniden suç işleyeceğine ilişkin şüpheleri ayrıntılı olarak gerekçelendirdiğini değerlendirmiştir. Ayrıca söz konusu kararlarda yer verilen gerekçelerin tutuklama sırasında da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme sonuç olarak Sözleşme’nin 5 § 1 maddesinin ihlâl edilmediğine kararvermiştir. Mahkeme 18. maddeye ilişkin değerlendirmesinde öncelikle yerel mahkemenin ilk olarak tutuklama tedbirine başvurmayı reddettiğini vurgulamıştır. Ayrıca başvurana uygulanan ilk tedbirlerin onun milletvekili olarak sorumluluklarını yerine getirmesine engel olacak nitelikte olmadığı gibi milletvekili seçimlerine etkin katılımının sağlanması için başvuran hakkında yürütülen ceza yargılamasının genel seçimden önce askıya alındığını kaydetmiştir. Öte yandan başvuranın kefalet bedelini ödemeyi reddettiğini de hatırlatarak tüm bu sebeplerle tutuklamanın ardından iktidar partisi yetkilileri tarafından yapılan yorumların tutuklamanın gizli bir amacı olduğunu göstermede yeterli olmayacağını belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, başvuran tarafından ileri sürülen hususlar ayrı ayrı veya birlikte ele alındığında tutarlı bir şekilde gizli bir amaca işaret etmediğinden Sözleşme’nin 18.
maddesinin ihlâl edilmediğine karar vermiştir.” şeklindedir.
Tüm bunlarla beraber Ceza Muhakemeleri kanunun 311. Maddesinin f fıkrasında yapılan düzenlemeye göre; İç hukukta yapılan yargılama sonucunda verilen karar, İnsan Hakları Sözleşmesi ve eki protokollerin ihlali suretiyle verilmiş olduğunun tespit edilmesi, dosyanın dostane çözüm veya verilen tek taraflı deklarasyon sonucu düşmesi, diğer bir deyişle listede çıkarılması halinde, kararın kesinleşmesinden sonra bir yıl içinde yargılamayı yapan mahkemeye müracaat edilerek yeniden yargılama talep edilebilir.
Ancak AİHM'in verdiği her ihlal kararında sonra yeniden yargılama yapılacağı sonucu çıkarılamaz. Yeniden yargılama yapılabilmesi için iç hukukta yapılan yargılama sonucunda verilen kararla bir mağduriyetin meydana gelmesi ve bu mağduriyetin giderilebilmesi için yeniden yargılama yapılmasının zorunlu olması gerekir. Öte yandan AİHM bazı kararlarında İhlali tespit etmekle yetinmeyip ihlalin giderilebilmesi için yargılamanın yenilenmesi gerektiği hususu açıkça belirtilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ulusal mahkemelerin üstünde, yani kanun yolu başvurusu yapılan bir mahkeme değildir. Diğer bir deyişle; ulusal hukukta mahkemelerce verilen kararların temyiz yeri değildir. Kural olarak, AİHM, ulusal mahkeme kararlarını bozamaz veya düzeltemez. AİHM’in başvurucu lehine verdiği kararlarda, kararın gereğinin yerine getirilmesi için sözleşmeci devlet nezdinde doğrudan bir müdahalede bulunma yetkisi de yoktur. Öte yandan, hem Anayasanın 90. maddesi hem de sözleşmeci devletlerin üzerlerine aldığı yükümlülükler dikkate alındığında AİHM kararlarının yerine getirilmemesi mümkün değildir.
AİHM kararlarında belirtilen ihlaller doğrultusunda, ihlalin meydana geldiği sözleşmeci devletin hükümeti, sorun yasal mevzuatta kaynaklanıyorsa, mevzuatta gerekli değişiklikleri yapmak, uygulamada kaynaklanıyorsa (örneğin işkence ve kötü muamelede olduğu gibi) bu uygulamanın sonlandırılması için gerekli önlemleri almak zorundadır. Zira AİHM kararlarını uygulamayan sözleşmeci devlet, hem Avrupa Konseyi nezdinde hem de uluslararası platformlarda diplomatik olarak oldukça zor duruma düşecektir. AİHM kararlarını uygulamayan sözleşmeci ülkelerin Avrupa konseyi üyeliğinin sona erdirilmesi de mümkündür.
Türkiye, 9 Ekim 2007 tarihli ve 1448/04 başvuru numaralı Hasan ve Eylem Zengin - Türkiye kararında; zorunlu din dersi ve Alevilik inancının müfredatta yeterince yer almaması nedeniyle, Ek 1. nolu protokolün 2. Maddesinde düzenlenen eğitim hakkının ihlal edilmesi ile ilgili verdiği kararın gereğini yerine getirmemesine rağmen, Bakanlar komitesinin ve Avrupa Konseyi gerekli prosedürü işletmek konusunda oldukça isteksiz davranmıştır.
Ağırlaştırılmış müebbet Hapis cezası ile ilgili olarak AİHM’in 15 Eylül 2015 tarihli ve 27422/05 KAYTAN/Türkiye ve 15 Aralık 2015 tarihli ve 4947/04 GURBAN/Türkiye kararlarında; Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar devam ettirilmesi yönündeki yasal düzenlemenin ve infazının, işkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen sözleşmenin 3. maddesinin ihlalini oluşturduğunu, ölünceye kadar devam edecek şekilde bir ceza olamayacağını, bu konuda gerekli adli ve idari değişikliğin yerine getirilmesi gerektiğini belirtmiş olmasına rağmen, Türk hükümeti sözü edilen kararlar gereğince, sözleşmenin ihlalini sona erdirmek üzere yasal ve idari olarak bu güne kadar herhangi bir girişimde bulunmamıştır.